Category Archives : Kitaplar/Books


Bu saatten sonra öldürsek ne olacak, öldürmesek ne olacak demeyin. Elinize fırsat geçerse öldürmeyi ihmal etmeyin.
 
Mehmet Zaman Saçlıoğlu öyle yapmış. Şairliğinin ve öykücülüğünün ardından roman dünyasına dalmış, güzelce kurgulamış, bir aileyi iki, üç kuşak geriden alıp bugüne ve Marmaris’e taşımış, “intikam soğuk yenen bir yemek mi, yanında meze ve ara sıcaklarla birlikte rakı/balık da olur mu” vb. o mevzuların da etrafından dolanarak fırsatını yakalamış, işini bitirmiş.
 
Doğrusu güzel olmuş. Her şeyden önce, bir romanda da olsa yaşanan acıların hesabının bu şekilde sorulması güzel olmuş.
 
Roman da öyle. Postmodern/yorucu kurgulardan, dolambaçlı/tumturaklı anlatımlardan vb. sıkılanlar için, güzel, sade ve “klasik” olmuş.
 
Klasik roman “tadı”nın yeri başka zaten. İlla bir kıyaslamaya gidilecekse, dünya klasiklerinden değil de bizim yerli roman evrenimizden Adalet Ağaoğlu’nun eski romanları “tadında” diyebilirim belki. (Tadında dememek için onca gayret etmeme rağmen, anca böyle tırnaklı mırnaklı diyebilirim!)
 
Aslında “roman tekniği”nden çok, romanın etrafında döndüğü aile çağrıştırıyor galiba Ağaoğlu’nu. Cumhuriyet’in birinci kuşağından itibaren izini sürdüğümüz bir ailenin, darbeleri yiye yiye bugünlere uzanması ya da…
 
Evet, ailemiz de öyle güzel bir aile. Köy Enstitüsü kökenli bir baba, bilime/sanata dayanan bir eğitim ve idealizm, cumhuriyet değerleri, öğretmen/memur maaşıyla kıt kanaat ama hiç boyun eğmeden geçinebilmenin erdemleri, değişik şehirler, devrimci çocuklar, darbeler, kıyımlar, direnenler, çözülenler, kabuğuna çekilenler, fırdöndüler, rakı sofralarında dönen muhabbetler… Üstadın dediği gibi, anlatılan bizim hikâyemiz işte!
 
Anlatım biçimi de, en başta belirttiğimiz gibi, sade ve klasik.
 
Anlatıma dair, aklımıza takılan, “ters giden” bir şeyler var mı peki? Var sanki. Karakterler ve ilişkiler (bilhassa evlilik ilişkileri) sanki “çok fazla düzgün”!  Çelişkilerden/çatışkılardan azade bir gelişimleri var. Sanırım bu biraz da, yazarın geçmişi ve tarihi kesitleri hızla akıtıp, anlatımı bugünkü “polisiye olay”a doğru telaşla sürüklediği için böyle. O hızlı akış içerisinde, bir anlamda özet geçmek zorunda kalıyor geçmişte yaşananları. Özet de, doğası gereği, çatışmalara çok fazla alan bırakmıyor. 
 
Neticede, “12 Eylül mağduru” bir ailenin etrafında dönen, Köy Enstitüleri’nden 70’lerin devrimci iklimine ve günümüze gelen, çocukların evlilikleriyle, aile ilişkileriyle falan fazla “düzgün” ilerleyen, yer yer “melodram”a kaçan bir roman bu.
 
Romanın son bölümü polisiye diyebileceğimiz bir kurguya sahip. Aynı zamanda kurgulanan bir “oyun”un gerçeğe dönüşmesi üzerine kurulu. “Oyun olan nedir, sahte/yalan olan nedir” sorusu etrafında küçük bir ufuk turu yapmanızı sağlayan felsefi bir boyutu da var. Gerçekliği bir başka düzlemde yeniden kurmak mı, gerçekliği yanlış olarak aksettirmek mi? Bu da klasik bir tartışma. Polisiyelerin klasik sorusuna, “Katil uşak mıdır, değil midir” meselesine girmeye ise hiç gerek yok. Asıl katil Uçan General, Netekim Paşa yahut Kenan Evren tabii ki!
 
General’in bu şekilde “uçup gittiğini” bilmeden alıp okudum romanı. Bu yılki Yunus Nadi Roman Ödülü’nü almış olması da arkadan itekledi. Yazarın, sevgili kuzenimin arkadaşı olması ve kuzenimin arada sırada Saçlıoğlu’ndan bir kitap okumamı önermesi de etkili olmadı değil. Ancak bir yakınımın arkadaşı diye acıyacak da değilim Smile Romanın son kısmında polisiye diyebileceğimiz bölümde bir “hata” yahut “boncuk” kalmış gördüğüm kadarıyla. Polisiye düğümlerin atıldığı ve çözüldüğü kısımlarda basit bir isim hatası/maddi hata gibi ama takılıyor işte akla.
 
Yazarın gözünden kaçması doğal da, koskoca İş Bankası redaktörünün atlaması üzücü. Ödül jürileri ise zaten malumunuz; dosyaları/kitapları pek okumadan takdir etme yeteneğine sahip özel insanlardan oluşuyor. Bütün jürilerde yer alınca okumaya vakit ayırmanın da muayyen zorlukları var elbette. Dolayısıyla onların da gözlerinden kaçabiliyor.  (Konuyla ilgili bir yazı, “insanbu” sitesinde Taylan Kara tarafından kaleme alındı ama eklenen yorumlarla birlikte Gün Zileli’nin blog’unda daha kapsamlı bir şekilde tartışıldı, yorumlarıyla birlikte okumanızı öneririm: http://www.gunzileli.com/2014/06/30/tayl…l-verilir/ )
 
Yanlış anlaşılmasın, bu basit hata yüzünden ödülü hak etmemiş falan demek istemiyorum roman için. İyi bir roman. İkinci baskıyı yaptığında, 166. sayfada bir isim değişikliği gerçekleştirilerek (“Cevat”ın, “Ömer” olması lazım. Cengiz’in telefonundan, arabayla kır evine gidilirken çıkartılan sim kart, meyhanede kalan Cevat’ın yanında olamaz.) sorun çözülecektir eminim.
 
Neticede çok da uzatmadan ve “klasik” bir finalle, “Okuyun, okutun” derim… Tabii bir de bu romana özgü olarak  – malum şahıs da, olur a denk gelirse – öldürün, öldürtün!..
ALİ MERT

Güneş Umuttan Şimdi Doğar, Türkan Saylan Kitabı

GÜNEŞ UMUTTAN ŞİMDİ DOĞAR (Türkan Saylan Kitabı)

  Güneş Umuttan Şimdi Doğar  kapak arkası Eski bir söylence, Tanrı’nın otuz altı iyi insanın yüzü suyu hürmetine dünyayı yok etmekten vazgeçtiğini anlatır. Bu bir masaldır ama, dünyanın yaşanabilir bir yer olmayı erdemler sayesinde sürdürdüğü, gerçektir. Doğruluk, adalet, merhamet, iyilik, vefa, incelik, çalışkanlık, özveri gibi değerlerle karşılaştığımızda gözümüzün ışıyıp, içimizin ısınması, unutmaya başladığımız insani özümüzle […]


Sarkaç 2002

SARKAÇ

    Sarkaç kapak arkası Şiir, bir yazarın dil duyarlılığını turnusol kağıdı gibi ortaya çıkarır. Aslında öykü ve roman da öyle. Şiirde fazladan kullanılmış ya da yerine oturmamış bir sözcük varsa kendini hemen belli eder. Okuyucu bunu anlıyor da yazan anlamıyorsa, okuyucu yazandan daha çok şairdir diyebilirim. Çünkü şiir, şairden çıktıktan sonra okuyucuda süren, hatta […]


İKİ VE KEÇİ

  İki ve Keçi 1. Basım kapak arkası Keçiden, sayılardan, yıldızlardan söz ederken insana odaklanan bu kitapta, zaman içinde değişen ve değişmeyen yanlarımız, tutkularımız, korkularımız, aşklarımız, yaptığımız kötülükler ve iyilikler bir keçinin öyküsünde, fantastik, yalın ve sıcak bir dille, kışkırtıcı imgelerle anlatılıyor. Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun, sanatla felsefe, keçiyle insan, varlıkla yokluk, bedenle bilinç, geçmişle gelecek […]

İki ve Keçi 1.basım 2009

Sur ve Gölge 1. Baskı 2009

SUR VE GÖLGE

Sur ve Gölge 1. Basım kapak arkası Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Kumkapı’yı, Moda’yı ve Antakya’yı sahne olarak seçtiği bu kitabında; gizemli, fantastik öğelerle sarmalanmış bir dünya yaratırken, insanı derinden sarsan karakterleriyle birbirine ilmeklenmiş şaşırtıcı ilişkiler kuruyor, insani durumlara dönük yoğun katmanlar oluşturuyor. Saçlıoğlu’nun bu öykülerini okurken surlar ve gölgelerle örülü dünyamızın biz ölümlülere biçilmiş yazgısıyla yüzleşecek, […]


RÜZGAR GERİ GETİRİRSE

Rüzgâr Geri Getirirse 1. Basım kapak arkası “ “İki suyun arasındaki zaman aralığı düşündürdü beni…” Bu cümle, aslında Saçlıoğlu’nun tüm öykülerini açan bir anahtar gibi. Zaman ve yaşattıkları ya da yaşatamadıkları. Zamanla törpülenişimiz, zamandan edinimlerimiz ve zamanla yitirdiklerimiz. Artık geçmiş zamanda kalanları o geçmişteki halleriyle, çoğu kez boşuna bir çabayla, bugünde var etmeye yönelik bütün […]

Rüzgar Geri Getirirse 1. Basım 2002

Beş Ada 3. Basım 2010

BEŞ ADA

  Beş Ada 1. Basım kapak arkası “Yaz Evi” adlı ilk kitabıyla, “1994 Sait Faik Hikaye Armağanı”nı alan Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Beş Ada’da alışılagelen öykü kitaplarından farklı bir toplamla çıkıyor okur karşısına. Her biri tek başına var olma, yaşama gücüne sahip öyküler, yan yana geldiklerinde ayrı bir bütünlüğü ve boyutu sergiliyor. Okuduğunuzda bunun bir rastlantı […]


YAZ EVİ

  Yaz Evi 1. Basım kapak arkası  1980’lerden bu yana birçok romancı adını duyurdu ama “genç romancı” denir denmez Orhan Pamuk geliyor akla. Son yıllarda kendilerinden söz ettiren genç hikâyecilerin sayısı az değil ama “genç hikâyeci” denince hemen akla gelen bir ad yok. Daha doğrusu yoktu. Mehmet Saçlıoğlu’nun 1993 yılı “Yunus Nadi Yayımlanmamış Öykü Ödülü”nü  Vüs’at […]

Yaz Evi 5.basım 2010